Ana içeriğe atla

Kayıtlar

insan olmak

insan olmak ne demek?  rüyalarımız isteklerimizi mi yansıtır? özgeçmişimizi yazacak olsalar ne yazılmasını isterdik? az ama zor sorular.
En son yayınlar

HİÇ

 Hazır başlamışken... HİÇ olmak n e demek?  Tasavvuf tarafına girmezsek HİÇ olmak konusunda düşünelim isterim.  İnanılmaz zor, ama güzel bir başlangıç sanırım HİÇ olmak. 

Uzun bir aradan sonra

Üzerinden en az 2 yıl geçmiş.  Binlerce kahve, yüzlerce değişiklik, bir doğum, iki taşınma, kariyer değişikliği, ülke değişikliği ve nicesi. En azından beni rahatlatan bir konu var ki dramatik tarafımı yazıya dökmüyorum.  Her konuda içimi sıkabilirim ama kelimelerimde ağdalı değilim. Yaşlandıkça uzun cümleleri okuyamaz hale geldim. Her kim uzun uzun kendi durumunu dramatize ederse sıkılıp kapatıyorum. Neyse bu konuya şimdi nereden geldik? Geçen gün Amsterdam'da bir cafede (bu artık Türkçe'ye böyle girmiş olmalı) bir kız harala gürele yazıyordu. Ağzımın suyu aktı.  İnanılmaz özendim, kıskandım ve işte buradayım.  Hayatımda olan onlarca belki de yüzlerce değişikliği tek tek anlatacak halim yok.  Nitekim şu ara herkesin hayatında benzer şeyler olmaya başladı. Ülke değiştirmenin bir espirisi de kalmadı. Apartman görevlimiz bile "ben de gitmeyi düşünüyorum" diyor.  Göçmenlik, gurbetçilik nedense hiç kendimi bağdaştıramıyorum.  Bu konuda sürüyle yorum okudum. Dram... Bazen

Wifredo Lam - The Window

 

Suyun Altında Nefes Alabiliyorum

 "Suyun Altında Nefes Alabiliyorum" dedim geçenlerde...  bu bir his, bir düşünce balonu ve o balonun içinde denizin altında yüzebiliyorum.  solungaçlarım yok kuyruğum yok ben insan formunda ama özgür  özgürce yüzebiliyorum nefes alabiliyorum korkmuyorum belki düşüncesi korkutucu ama korkmuyorum suya düşmedim kendim atladım derine doğru gidebilirim  okyanusun karanlıklarından da korkmuyorum nefes alabiliyorum sırt üstü uzanıp yukarıya doğru bakıyorum  suyun altında gülebiliyorum  daha da derine gidebilirim çünkü nefes alabiliyorum

Bugünlerde böyle hissediyorum....

https://www.highinthesky.com.au/prints/distant  

selis olmak kolay değil

karşı taraf: isminiz selis karşı taraf: anlamadım selis karşı taraf: seliz hayır selis karşı taraf: seniz hayır başı sonu S, selis karşı taraf: senis hayır filiz karşı taraf: peki filiz hanım size nasıl yardımcı olabiliriz? .... ismin ne güzel anlamı ne? ne kadar farklı nereden bulmuşlar bu ismi senin gibi farklı bir isim kızıma koyabilir miyim, yeğenime koydum, arkadaşımın bebeği için önerdim. herkes çok iyi yaptı, çok sevdi ama bilmiyorlar ki selis olmak kolay değil. hem ismen hem de cismen belki ismimden geliyor ki kolay anlaşılmıyor, kolay anlaşılmıyorum. bu bir süreç anlayınca çok kolay çok zevkli ama anlayana kadar anlatana kadar kolay mı değil. benden hale, jale, lale olmazdı o kesin. bir ayşe değilim, pelin, selin, melis de kesinlikle olamazmışım. su, pırıl, parla marla aman tanrım düşünemiyorum. jenerik bir isim de gitmezmiş anlaşılan. ne garip insanlar ismiyle yaşarken ismin ne kadar önemli ve büyük sorumluluk olduğunun farkında mıyız? anneme ayş

Kaos mu?

Sebebi kaos mu? Yaratıcılığımızı besleyen kaos ve acılar mı? Bir bunalım, derin bir üzüntü hali, çoğu zaman rahatsızlık, uyuyamama, farklı şeylere odaklanma, iç kemirmesi... nedir bizi yaratıcılığa iten? Çok mutlu kişilerin yazdığı çizdiği şeylerden ilham almadığımız kesin. Sürekli vaadedilmiş mutluluk bir balon ve biz onu gördüğümüz yerde patlatıyoruz. Hep rahatsızlık veren, yolu sıkıntıdan geçen şarkıları içselleştiriyoruz. Takıntı. Hayır takıntı değil. Sıkıntı. Takıntılı olduğu için sıkılmıştır belki. Hayır yazdığımdan şaşmıyorum, konudan konuya atlamıyorum. Burada başka birşey anlatmaya çalışıyorum. Üzüntü ve kederden beslenen ruhun yarattığı şeyin güzelliğinden. Evet ben güzel buluyorum, belki çarpıcılığından dolayı güzel geliyor. Doğrudur ben garip bir insanım. Tamam haklısınız çok normal biri değilim. Ama bir sıkıntı duyduğumdan yazıyorum. Belki bu beni yaratmaya iter. Her gün günümün her saniyesi onu bunu şunu tüketirken biraz üretmem lazım. Sıkıldım.

Refik Anadol

Melting memories 2010 yılından beri reklamcılık sektöründe çalışan biri olarak sanırım 6 yıldır düzenli olarak çeşitli konferanslara katılıyorum. %99'unun boş ve reklama dayalı konuşmalardan oluştuğunu düşünürsek, katılım daha çok dostlar alışverişte görsün havasıyla gerçekleşiyor.  Bu yıl tarihimde ilk kez gerçekten etkileyici bir konuşma dinledim ve izledim.  Refik Anadol.  Refik Anadol'u daha önce hiç duymamıştım açıkcası. Hatta oturuma tesadüfen katıldım, tam dışarı çıkacakken, çıkmaya üşendim. Gerçekten de izlediğim en iyi oturumu tamamiyle tesadüfen yakaladım.  Peki neden bu kadar etkilendim?  Refik Anadol konuşmasının girişinde kısaca kendinden ve kurduğu hayallerden bahsetti.  Sabah 8 akşam 5.30 çalışan birinin kurmayı düşünemeyeceği hayaller.  Sonra sadece 9 ayda yaptığı işleri gösterdi ki ben 9 ayda neler yaptım diye 3 sn düşündüm ve dişe dokunur birşey bulamadım.  Sahip olduğumuz zaman aynıydı ama yaptıklarımız...  Sözün özü

Sinek Sekiz - Tüketimin Karşısında Bir Üretim Savaşçısı

Uzun uzun düşündüğüm uzun bir zaman sonra yazmak kolay olmadı.   Bugün  Sinek Sekiz sitesini ( https://www.sineksekiz.com ) ziyaret ettikten ve üretkenliği gördükten sonra telefonumu bir kenara bıraktım, Netflix'i kapattım ve yazmaya başladım.  Yeni yıl. Minik bir tarih değişikliğine bağlı zamandaki büyük geçiş.  Sürüyle anlam yüklenen, bazıları için çok önemli, bazıları ve belki çoğu için de olağan bir gün geçişi. Hatta tarihteki kaçınılmaz bir ilerleme.  Genellikle yeni yılda kart yazarım. Pardon. Yazardım.  Sürüyle kartımı kendime sakladım, yıllardır hiç kart yazmıyorum. Bu yıl kendimde de biraz ilerleme göstermek adına aşağıda resmini göreceğiniz ajandalardan, kitaplardan ve keselerden aldım dostlarıma.  Peki kendime torpil geçip keseleri -kendime- almış olabilirim.  Buna sonra karar vereceğim.  Fiyatları oldukça uygun, kendileri fiyatına göre oldukça zahmetli, emekli, hep aradığımız doğallığı -organikliği- içeren inanılmaz parçalar.  eski

I've Got You Under My Skin

Nereden başlasam diye düşünürken belki de bir Sinatra şarkısıyla başlamalıyım dedim. bütün iyi filmlerde ya da bütün puanı düşük ama iyi filmlerde arkada Sinatra çalar ve Sinatra'nın çaldığı bölümler en güzel, en eğlenceli olanlardır.  O zaman ben de en eğlenceli yerinde miyim? Hangi yerin? diye sormazlar mı?  30'unu aştıktan sonra yerin ne önemi var derim? pardon burada soru işareti olmayacaktı.  Neyse arkada Sinatra çalmaya devam ediyor.  Demek biraz daha eğlenceli bir yerde yazmaya devam edebilirim. bu benim kendi yeni kabuğum olabilir.  Sonuçta puanı düşük olan iyi filmlerde her zaman komplex bir karakter vardır ve kendine odaklıdır ya da odaklı demeyelim de dünya onun etrafında döner. diğer tüm iyi karakterler o uyanınca uyanır ve yollarına devam eder.  bir filmin içinde olsaydık ben kesin ana karakterin duşta şarkı söyleyen ortanca kardeşini oynardım. bir tek çocuk olarak kendimle en alakasız olanı istemem normal. duşta şarkı söylemeyi de deneyip yapamadığı

VEGAN beslenmek mümkün mü?

Tabii ki mümkün. " Bazı kaynaklara göre geçtiğimiz on yılda dünyadaki vegan sayısı %350 artış göstermiş. ABD nüfusunun %3’ü İngiltere nüfusunun ise %1’i vegan olduğu tespit edilmiş. Almanya’da ise bu oran yaklaşık 3%." Hatta bu rakamlara katkıda bulunmak için  https://www.howmanyvegans.com/ adresini inceleyebilirsiniz. :)  En çok Vegan tabii ki Hindistan'da en azı da İspanya'daymış. Ki bence yeterli veri olsa Türkiye İspanya'nın yerini alırdı.  Maalesef yıllardır kafamı kurcalayan konu, son dönemde üst üste izlediğim belgesellerle depreşti.  Özellikle Netflix'te geçen gün izlediğim "Cowspiracy: The Sustainability Secret ( https://www.netflix.com/title/80033772 ) oldukça etkileyiciydi.  Türkiye'deki etin, sütün, yumurtanın önemini düşününce Vegan'lık imkansız geliyor. Yıllardır süt içmiyorum ve sütün hiçbir faydasına inanmıyorum. Aslında inaçsızlık oldukça yetersiz bir yorum; okuduklarım, izlediklerim, dinlediklerim bir yana bendeki etki

Nereden Başlamasam?

O kadar uzun zamandır yazmıyorum ki, nereden başlayacağımı kesinlikle bilemedim. Kısa sürede fazlasıyla değişen hayatım, değişen ben ve değişmeyen bir zamansızlık içindeyim. Gün 24 saat ama sığamıyorum. Ne kadar erken uyansam da gün yetmiyor. Bazen sabahları yoga yapıyorum. 15 dk'lık kısa bir esneme rutini ardından gelen duş, hafif kahvaltı ve hazırlanma 1.5 saati buluyor. Sabah 6'da uyansam bile 8'de başlayan bir işe yetişemiyorum. Hızlansam yaptıklarım oldukça yüzelsel oluyor. Dediğim gibi yetmiyor. Toplamda ort. 2 saati yola harcıyorum. Git gel min. 2 saat sürüyor. Kaldı 22 saat. Ort. 6 saat -mümkün olduğu kadar- deliksiz uyumaya çalışıyorum. 16 saat... Sabah 8 akşam 5.30 arası çalışan biri için... Kaldı mı 6.5 saat. Şimdi koskoca bir 6 saatim varmış gibi davranalım. Ort. bir akşam yemeği için hazırlık + yemek 1- 1.5 saat arası. Yemek yerken dizi izlersem en azından 40- 50 dk süren bir diziyi izlemeyi garantileyebilirim. Eğer spora gidersem

Hafiflemek İstiyorum

Az önce şöyle sordu biri: - anorexia ne demek? Diğeri cevap vermeden ekledi: - Ben de anxiety ne demek bilmiyordum. İstanbul'a gelince öğrendim. İzmir'de yok muydu? Vardı tabii ama hiç yakınlarda olmadı. Endişelerin hiçbiri bir hastalığa dönüşmedi ya da kilo ve güzellik hiçbir zaman bir sağlık sorunu yaratmadı. Biz hafif insanlardık. Sıkıntılarımızı sahilde yürüyerek atan, sohbet ederek mutlu olan insan toplulukları. Sırt ağrılarım buraya gelince başladı. Saçımdaki beyazlar burada çıktı. Şehri suçlayamam kabahat sen değildin İstanbul, sorun sende değil bendeydi. Büyüdüm, yaşlandım, olgunlaşırken hırpalandım. Kendimle ilgilenmedim itiraf ediyorum. Eskiden evde kurabiye yapardım, muhallebili kurabiyem meşhurdu, şimdi meşhur cafelerde aradım farklı lezzetleri. Çok sevdiğim 2 ayakkabım vardı, bi iki pantolonum ve bir montum. Kış geçerdi böyle. Sonra aldıkça aldım, her güne yenisini kattım, eskisini çabuk unuttum. Bir kankam, bir pötürüm vardı. Sonra sürüy

Barcelona'da bir Pazar

Selis nasıl biri diye soran olursa böyle biri desinler.  Yıllar içinde posterlerden resimlere geçmeyi başardım.  Yeah!  Maria adlı ressamdan da Barcelona'da bir gece isimli çok güzel bir resim satın aldık. Tesadüfen keşfettiğim ve yıllardır her gelişimde mutlaka izlediğim flamenko gösterisinden bir anı.  Asi, atarlı, güçlü bir anı. Sokaklarda Harry ile Hermione'nin kızı gibi dolaştığım doğrudur. Sahilde hava böyle güzeldi. Ben de böyle mutlu ve turuncuydum. İlk Barcelona'ya gelişimde de bu şapkam vardı. Şapkasız çıkmam abi.  Gönlüm renklendi. Yemekleri doğal ve renkli yerleri çok seviyorum. İzmir'de de akşam olunca sahile geliriz/ gelirdik.  Sarı kazağımla Barcelona'da son gece.  Uzun uzun yazmama gerek yok, tavsiyem yok.  Gidin keşfedin. Tembellik etmeyin, başkalarının yaşadıklarını ve tavsiyelerini bir kenara bırakın. Kendiniz keşfedin.  Belki kendinizi keşfedersiniz.

√ Ain't Got No, I Got Life - Nina Simone √

"What happened, Miss Simone?"  Netflix'in bu muhteşem önerisi Perşembe akşamımı şenlendirdi.  Muhteşem sesli aktivist Nina Simone'u kim tanıyor ki?  O da küçük bir kızdı, peki nasıl bu kadar iyi piano çalmaya başladı?  Siyahlar ve beyazlar olarak ikiye ayrılan bir zamanda nasıl gri alanları da siyaha boyadı.  Asi!  Onun zamanlarında var mıydı öyle asiler?  Kolay mıydı bir kadın için ayaklarının üzerinde durup asi olmak.  Şarkı söylemek bir seçim miydi yoksa zorunluluk mu?  Para kazanmak için yaptıkları ona kariyer ve görkemli bir isim sunarken, bedelini neyle ödemişti.  Bazıları kopyalar, bazıları yaşarken o hissetti belki de.  yaşarken hissetti. hem yazdı, hem söyledi. o dönemin Amerika'sında bir tutunamayan mıydı? yoksa onu Nina Simone yapan tüm bu olaylar mıydı? Siyah ve beyazların arasında karanlıkta kalmış bir aydınlık. tüm bu ikilemler şarkılarının besin kaynağı. O Nina Simone binbir zorluğa rağmen o Nina Si

Daha az, Daha çok

Az ne kadar çok dimi? selis

Roma'dan Sevgilerle

Hayatımda ilk defa yurtdışına çıkmak istediğimde Roma'dan bir dönüş bileti almıştım.  Çünkü gidişe param yetmemişti.  Kendi ayakları üzerinde durmak için yola çıktığında ya bunu tam yapacaksın ya da hiç yapmayacaksın.  Gidiş bileti için bir kart kampanyasına katılıp öyle bilet alabilmiştim. Roma benim ilk büyük maceramdı.  Bir başıma yola çıkmıştım ve başında da sonunda dediğim gibi:  Kaybolmak yok, keşfetmek var!  Ve yıllar sonra bir sonbaharda yeniden Roma'ya gittim.  İlk gittiğimde yeşildi, şimdi sarı. Ama ne sarı, o güzelim ağaçlar sararınca renklenmiş, süslenmiş.  Hava desen mis. Bir ceketlik güzel havalardan.  Yani sözün özü Roma'ya bir de Kasım'da gidin. Kasım'da aşk da başkaymış Roma'da. ;)  Kalacak yer, yemek, gezilecek yerlerle ilgili tavsiye istemeyin, verene de kulak asmayın.  Herkesin kendi macerası olmalı. Başkalarının deneyimlerini kendilerinize hedef edinmeyin. Siz hedefsiz bir oksunuz. :)  Orada bu ya

Dünyadaki Cennetim

Oradaydım. *Tüm fotoğraflar bana aittir.

Bu Tarzlar Benim

Sorarlarsa "delidir ne yapsa yeridir" desinler.