Ana içeriğe atla

If I don't Believe in Love...

Taksim'in göz bebeği İstiklal Kitapevi'nden son günlerin popüler kitabı Brida'yı aldım. Popüler yazarı, duyduğum eleştirelere kabaran merakım değildi sebep. Sebebi çok basit bir kaç satırdı; Ruh-eşimi nasıl tanıyacağım?"

Sanırım daha "cazibeli" bir cümle olamazdı. İşte insanoğlunun yüz yüz yüzyıllardır merak ettiği soru; kıvrandıran, ağlatan, düşündüren, çokça zaman efkardan dibine vurduran "raison d'etre."
Peki nedir bu kitabın alametifaikası diye tek slipte karttan geçirterek sahip oldum bu bilgi kaynağına(?)

Cadılık üstüne yazılmış ilk 100 sayfası şu ana kadar sadece ilginç. Ruh eşinin gözündeki kıvılcım, omzunun üstünden parlayan ışık ve bunu fark etmen için öğrenmen gereken töreler. Paulo cin fikirli üstadımız yine yapmış yapacağını ve "Veronica Ölmek İstiyor" kitabında olduğu gibi insanları bir arayış kurgusuna sürüklemiş.

İlk görüşte aşkı ruha bağlamış, insanın gözünün içinin parlamasına bir kılıf uydurmuş. Çok fena etmemiş ama beklentileri karşıladığını söyleyemiyeceğim. Belki de beğenilerimiz artık çok yüksek özellikle konu aşk ya da içinde aşk olan ne varsa.
Bu sorunun cevabını, biz fani insanoğlu belki sürüyle yanılsamayla arayama devam edeceğiniz... Bizim de töremiz böyle öğretiyor Paulo amca.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Suyun Altında Nefes Alabiliyorum

 "Suyun Altında Nefes Alabiliyorum" dedim geçenlerde...  bu bir his, bir düşünce balonu ve o balonun içinde denizin altında yüzebiliyorum.  solungaçlarım yok kuyruğum yok ben insan formunda ama özgür  özgürce yüzebiliyorum nefes alabiliyorum korkmuyorum belki düşüncesi korkutucu ama korkmuyorum suya düşmedim kendim atladım derine doğru gidebilirim  okyanusun karanlıklarından da korkmuyorum nefes alabiliyorum sırt üstü uzanıp yukarıya doğru bakıyorum  suyun altında gülebiliyorum  daha da derine gidebilirim çünkü nefes alabiliyorum

Uzun bir aradan sonra

Üzerinden en az 2 yıl geçmiş.  Binlerce kahve, yüzlerce değişiklik, bir doğum, iki taşınma, kariyer değişikliği, ülke değişikliği ve nicesi. En azından beni rahatlatan bir konu var ki dramatik tarafımı yazıya dökmüyorum.  Her konuda içimi sıkabilirim ama kelimelerimde ağdalı değilim. Yaşlandıkça uzun cümleleri okuyamaz hale geldim. Her kim uzun uzun kendi durumunu dramatize ederse sıkılıp kapatıyorum. Neyse bu konuya şimdi nereden geldik? Geçen gün Amsterdam'da bir cafede (bu artık Türkçe'ye böyle girmiş olmalı) bir kız harala gürele yazıyordu. Ağzımın suyu aktı.  İnanılmaz özendim, kıskandım ve işte buradayım.  Hayatımda olan onlarca belki de yüzlerce değişikliği tek tek anlatacak halim yok.  Nitekim şu ara herkesin hayatında benzer şeyler olmaya başladı. Ülke değiştirmenin bir espirisi de kalmadı. Apartman görevlimiz bile "ben de gitmeyi düşünüyorum" diyor.  Göçmenlik, gurbetçilik nedense hiç kendimi bağdaştıramıyorum.  Bu konuda sürüyle yorum okudum...