Ana içeriğe atla

Pazar günü filmleri

Uykunun en tatlısı Pazar'ın
Kahvaltının en zengini Pazar'da
Tembelliğin en pişkini yine Pazar.

Filmlerin en güzelleri de Pazar'ımın olsun.
Bu Pazar iki filmim var.
İzlemekten bıkmadığım, mevsimine uygun, eski ve vazgeçilmez: The Graduate ve Breakfast at Tiffany's 
Sanki bu filmleri izlemeseydim olmazdı. Tıpkı nicesi gibi... Ama olmazdı işte. İzleyenler ve sevenler anladı beni. 


The Graduate

Destanlar yazılır, her izlediğinizde başka bir sahneye, kareye, mimiğe dikkat edersiniz.
Şarkıları dilinize dolanır. Ve bir hiçlik anında güneş gözünüze girerken, rüzgar ayağınızı gıdıklarken içinizden:
"The sound of silence" şarkısını söylemeye başlarsınız.

Gelecekle ilgili düşünmeye başladığınız bir anda,
Rutine takılmışken,
Dış etkenler sizi minik bir havuzda tüple boğuyorsa,
Aşık olduk diyelim, sonra ne olacak? diye düşünüyorsanız. 
İzleyebilirsiniz. 




"I'm just a little worried about my future" 















Başka bir Pazar Breakfast at Tiffany's de görüşürüz... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Suyun Altında Nefes Alabiliyorum

 "Suyun Altında Nefes Alabiliyorum" dedim geçenlerde...  bu bir his, bir düşünce balonu ve o balonun içinde denizin altında yüzebiliyorum.  solungaçlarım yok kuyruğum yok ben insan formunda ama özgür  özgürce yüzebiliyorum nefes alabiliyorum korkmuyorum belki düşüncesi korkutucu ama korkmuyorum suya düşmedim kendim atladım derine doğru gidebilirim  okyanusun karanlıklarından da korkmuyorum nefes alabiliyorum sırt üstü uzanıp yukarıya doğru bakıyorum  suyun altında gülebiliyorum  daha da derine gidebilirim çünkü nefes alabiliyorum

Uzun bir aradan sonra

Üzerinden en az 2 yıl geçmiş.  Binlerce kahve, yüzlerce değişiklik, bir doğum, iki taşınma, kariyer değişikliği, ülke değişikliği ve nicesi. En azından beni rahatlatan bir konu var ki dramatik tarafımı yazıya dökmüyorum.  Her konuda içimi sıkabilirim ama kelimelerimde ağdalı değilim. Yaşlandıkça uzun cümleleri okuyamaz hale geldim. Her kim uzun uzun kendi durumunu dramatize ederse sıkılıp kapatıyorum. Neyse bu konuya şimdi nereden geldik? Geçen gün Amsterdam'da bir cafede (bu artık Türkçe'ye böyle girmiş olmalı) bir kız harala gürele yazıyordu. Ağzımın suyu aktı.  İnanılmaz özendim, kıskandım ve işte buradayım.  Hayatımda olan onlarca belki de yüzlerce değişikliği tek tek anlatacak halim yok.  Nitekim şu ara herkesin hayatında benzer şeyler olmaya başladı. Ülke değiştirmenin bir espirisi de kalmadı. Apartman görevlimiz bile "ben de gitmeyi düşünüyorum" diyor.  Göçmenlik, gurbetçilik nedense hiç kendimi bağdaştıramıyorum.  Bu konuda sürüyle yorum okudum...